20 Nisan 2008 Pazar

MİAMİ

Düşler şehri

Öyle bir şeydir ki insan görmediği, bilmediği şeyleri hep merak eder ve öyle düşler kurar ki herşey mükemmellikle eş değer bir hal alır. Gerçekler ise hayallerin yerini aldığında bir an için şaşırır bocalarsınız. Şimdi bunlarda nereden çıktı diyeceksiniz.

Hayallerle gerçeklerin çarpışması sonucunda Miami’den... Hani Amerikan rüyası diye bir şey vardır ya, işte kendi içinde bir anlamı olan, kendi içinde bir yaşamı kabullenmiş ve dünyadaki bilinen kıta anlamının altını çizen bir rüya. Ancak uyandığınızda kendinize gelebiliyorsunuz...

Hayallerle karışık heyecan bizi Miami’ye sürüklediğinde, gece karanlığında uçağın şehrin üzerinden yansıttıkları oldukça şaşırtıcıydı. Hayal bile edemeyeceğiniz genişlikte tarlalar ve her 100 metrede bir bu tarlaların ışıklandırdığını düşünün. Evet camdan dışarı baktığımızda gördüğümüz buydu. Küçük sokak lambaları eşliğinde küçük barakalar ve oldukça geniş bir düzlük. Önce yanlış bir yere mi geldik dedik, ardından uçağın yere inmesi ve dışarı çıkmamızla buna emin olduk. Bardaktan boşanırcasına bir yağmur ve nefes bile alamadığımız bir nem yüzümüze öyle bir çarptı ki neye uğradığımızı şaşırdık. Filmlerdeki o haraketli sahnelere rastlamak pek mümkün olmadı.

Ve Miami... Başka bir kıtada, başka bir dünyada artık ayaklarımız yere değiyordu ve taksinin içinden ne görebilirsek görmeye çalışıyorduk. Tabii bu merakın yanında inanılmaz yorgunlukta paçalarımızdan çekiştirmekteydi.

Düşler şehri Miami...
1959’da Fidel Castro’nun Küba’da iktidara gelmesinden sonra 1960’larda her yedi dakikada bir Miami’ye bir Kübalı sığınmış. Bugün Miami’deki Kübalı nüfusu 600.000 civarında. Bu nüfus gündelik hayatta olduğu kadar politika’da da etkili olabilmekte. Öyleki, 1985 yılında Miami ilk Küba kökenli Belediye Başkanını seçmiş.

100 yıl önce sadece botlarla geçilebilen bir sazlık olan bu bölgenin, 1950’ler den başlayarak hızla kentleşmesi ve tatil beldesi haline dönüşmesi ise planlı olduğu kadar hızlı. Amerika’nın gerçek anlamda tek etnik şehri olan Miami’de, Karayipliler, Güney Amerikalılar ve Orta Amerikalılar nüfusun çoğunluğunu oluşturuyorlar. Göçmenler arasında fakirlik özellikle 1980’lerin başında turistlere yönelik şiddet olaylarına neden olsa da, geliştirilen yol işaretleri ve az belirgin kiralık arabalar turistleri bu şiddetten uzak tutmuş.

En önemli felaket ise 1992 yılının Ağustos ayında yaşanan Andrew Kasırgası, etnik kökene ve gelir seviyesine bakmadan herkesi etkilemiş ve bugün hala bu etki Florida Bölgesi’nde görülebilmektedir.

Tarihten izler...
1513 yılında İspanyol Juan Ponce de Leon sahile ayak basan ilk Avuralı olmuş. 1821’de Amerikalılar adanın kuzeyine yerleşirken, Kızılderililer savaşlar sonucu bugün “Everglades” denen sazlık alanlara sürülmüşler. Bugün hala Everglades’de kızılderili kökenli insanlar yaşamlarını sürdürmekteler.

Miami adını 1843 yılında Tequesta denen ve Kızılderili bir kabile tarafından kullanılan yerel bir lisandan almış; “Miami” yani tatlı su.

1913’te bugün Fisher Adası’nın bir zamanlar sahibi olan Carl Fisher zengin bir girişimci olarak, Miami Beach’in oluşmasında ve turizmin temellerinin atılmasında önemli roller oynamış. Tüm bu çabalar ise 1926 yılında yaşanan kasırgada 392 kişi hayatını kaybetmesi ve 1941 yılında, 2. Dünya Savaşı nedeni ile aksamış ve gerekli etkiyi yaratamamış. Savaş yüzünden boş kalan oteller, askeri birlikler tarafından baraka olarak kullanılmış. 1979 yılında South Beach’in Art Deco Bölgesi Amerika’nın kayıtlı tarihi yerler listesine girmiş. Bu olayların ardından Miami’nin genel anlamda yükselişinin başlangıcı sayılabilecek atılımlar baş göstermiş. Tam kapsamlı başlatılan tanıtım kampanyaları, 1984 yılında yayınlanan Miami Vice dizisi’nde arka fonda Art Deco binalarını ve Miami’nin mimarisini gösteren sahneleri ile Miami’yi dünyaya tanıtarak şimdilerdeki o büyülü şehir haline gelmesine büyük katkı sağlamış.

Miami’nin belki de acı kaderi bu yükselişe baş kaldırmış olacak ki, bundan tam 8 yıl sonra 1992 yılındaki Andrew Kasırgası’nda 53 kişi ölmüş, 158.000 kişi evsiz kalmış ve 30 milyar dolarlık maddi hasar meydana gelmiş. Ama herşeye rağmen tüm yaşananlar Miami’nin yükselişinde ve düşler şehri olmasında büyük etkiler yaratmamış.

Turistik notlar...
Yüzünüze çarpan nem ve sık sık yağan yağmurlar geceleri sizi bir başka etkilese de Miami’nin güneşi gerçekten bir başka doğuyor. Güneşin ilk saatlerinde Collins Avenue ve South Beach’de yürüyüş yapmanın keyfi bir başka. Önünüzde boylu boyunca uzanan, palmiye ağaçları sizi kucaklayan sıcak ve okyanusun doyamayacağınız esintisi ile Miami’de olduğunuzu kendinize yineleyebilirsiniz. Cadde boyunca birbirinden değişik kafeler, barlar ve çeşitli büfe tarzı marketler görmeniz mümkün.

Miami’ye gittiğinizi anlayabileceğiniz bir diğer yer ise Ocean Drive. 1930’ların harikası “Art Deco” diye adlandırılan mimari akımın uygulandığı bir cadde. Cadde üzerinde Art Deco mimarisiyle dizayn edilmiş evler ve oteller yer alıyor. Binalar tasarım olarak üç dört kattan oluşan ve değişik tonlarda pembe, mavi ve kırmızının hakim olduğu çizgilerle tamamlanmış. Özellikle gece neon ışıklarıyla geceye süslenen binalar renk cümbüşü halinde büyüleyici. Caddenin okyanusa bakan tarafı tamamen otellerle dolu, arka kısmında ise aralarda evler yer alırken oteller yine yoğunlukta. Ama Boğaz’da yaşadığınız o deniz esintisini ve muhteşem manzarayı bulmanız pek mümkün değil. Çünkü okyanusun görülebileceği ve kenarlarındaki tüm bölge kumluk ve palmiye ağaçlarıyla kaplı yeşil alan olarak düzenlenmiş. Açıkçası burada keyfi eğlenceyle yakalayabiliyorsunuz. Öyle ki caddenin sonuna doğru uzanan büyük ve lüks otellerin çatısında bir kafesi ya da barı bile bulunmuyor. Bu manzara İstanbul’un o güzelim Boğaz’ın dan sonra biraz sıkıcı gelebiliyor insana.

Cadde üzerinde yer alan her otelin altında birde restoran bulunmakta. Özellikle gündüzleri tercih edebileceğiniz Valencia’dan getirilen portakallarla yapılan portakal suyu, kahvaltınıza özel bir lezzet katacaktır. Geceden kalma insanlar henüz sabahın erken saatlerinde sokaklara dökülemediklerinden dolayı da ne yer bulma, ne de kalabalık derdiniz olmayacaktır. Küba ağırlıklı uluslararası mutfak ise yemek yeme sorununu yok ediyor. İstediğiniz her çeşit yemeği yiyebiliyorsunuz. Aman dikkat yediğiniz yemek eğer tabağınızda kalıyorsa paket yaptırmanız gerekiyor, çünkü yaptırmadığınız taktirde acayip bozuluyorlar. Bir nevi yaptıkları yemeğin hakkını veremediklerini düşünüyorlar diyebiliriz. Hizmet konusunda ise oldukça titiz davranıyorlar. Bizim pek alışık olmadığımız bu ilgi önceleri hayli şaşırtsa da insan çok çabuk alışıyor ve kendini daha iyi hissediyor. Özellikle beğenmediğiniz ya da istediğiniz gibi gelmeyen bir yemek ya da içecek varsa mutlaka telafi ediyorlar ve asla ücret almıyorlar. Üstelik sizin istediğiniz bir şey eğer o yerde yoksa bulmak için açıkçası pervane oluyorlar. Gerçi bunun belki de en büyük sebebi olarak bahşişin onlar için çok çok önemli olması da gösterilebilir ama sonuçta yapılan hizmet ve gösterilen ilgi zaten sizi memnun ediyor ve bunun için de bahşiş değer diyorsunuz.

Ocean Drive’ın bir arkasından başlayan Collins ve Washington Avenue’da ise restorantlar ve gece klüpleri fiyat olarak daha uygun seçeneklere sahip. Ocean Drive’ın arkasında kalan bu caddelerde aynı haraketliliği bulabilirsiniz ama söylentiler özellikle geceleri biraz daha tehlikeli olduğu yolunda. Ama gündüz hiç bir farkları yok. Üstelik market gibi genel ihtiyaçlarınızı karşıyabileceğiniz dükkanları ve özellikle ulaşım için otobüs duraklarını bulabileceğiniz önemli merkezler denebilir.

Özellikle Ocean Drive üzerinde yer alan gündüz kafe, gece bar olan yerlerde gece saat 24.00’den sonra başlayan hayat sabah 05.00’e kadar sürüyor. Gündüzleri ve geceleri yemek yiyebileceğiniz bu restoranları gece tanıyabilir misiniz o muamma. Bukalemun gibi kabuk değiştirircesine gündüzden geceye her şey başka bir büyülü havaya bürünüyor. Gündüz önünden geçerken belki de hiç dikkatinizi çekmeyen bir mekan gece rengarenk ışıkların altında, içeride birbirinden ilginç insanlarla sizi Miami gecelerine alıyor. Bir anda kalabalığın içinde minnacık etekli, güzel bir beyaz kadın geçiyor. Ardından bir köşede grup halinde bekleyen yakışıklı zenci çocukları görüyorsunuz, ellerinde abartısız kocaman teypleri ile sesi sonuna kadar açık rap müzik dinliyorlar. Sanki herkes birbirini yıllardır tanıyor gibi durup selamlaşıyor, konuşuyor ve eğlencenin sınırlarında geziniyor. Caddeden geçen arabalar ise söyleyecek bir kelime bile bırakmayacak cinsinden. Kızlar, çocuklar, kadınlar, beyazlar, zenciler, turistler herkes ama herkes halinden memnun Miami’nin tadını çıkarıyorlar. Herşey tıpkı filmlerdeki gibi... Bir iki saat uyku için ayıracak zamanları varsa bile burası 24 saat uyanık bir şehir. İnsanlar ne zaman işlerine gidiyor, ne zaman çalışıyorlar bilemiyorum ama eğlence için bolca zamanlarının oldukları kesin. Ocean Drive’ın ön tarafında kalan okyanus, göz alabildiğince uzanan bir kumsaldan oluşan bir plajla birleşiyor. Genel anlamda gündüzleri birbirinden ilginç ve birbirinden değişik her çeşit insan var. Özellikle gençler arasında tanışmalar o kadar hızlı ki takibe yetişmeniz mümkün değil. Plaja indiğinizde yanınızda hiç bir şeyiniz olmasa bile parayla hepsini temin etmeniz mümkün. Yer bulabilmek için ise erken saatlerde plaja inmeniz gerekiyor. Eğer kalabalıktan ve samimiyetten hoşlanmıyorsanız kesinlikle gitmemeniz gereken yerlerden biri. Her beş dakikada bir birileri yanınıza gelip bir şeyler soruyor, bir şeyler istiyor ve birşeyler satmaya çalışıyor. Ama istemediğinizi belli ettiğiniz andan itibaren kimse size fazla ilgi göstermek için uğraşmıyor. İkinci günden sonra zaten bu gürültüye ve karmaşaya ister istemez sizde alışıyorsunuz. Her yanınızdan çalan, bangır bangır müzik setleri, birbirleriyle şakalaşan zenci gençler, birbirlerine laf atan kızlar, erkekler, gay ve lezbiyen çiftler. Tabii plajın bir diğer eğlencesi de masaj yapmak üzere dolaşan Kübalı gençler.

Miami’nin en haraketli ve en canalıcı bölgesinin yanında merkezin pek fazla sirkülasyonu yok denebilir. Miami’nin merkezine geldiğinizde sizi büyük bir mall karşılıyor, “Bayride Alışveriş Merkezi”. Burada büyük markaları bulabileceğiniz gibi değişik ürünlere de rastlamanız mümkün. Özellikle puro severler için ideal bir merkez diyebiliriz. Merkezin etrafında ise bir çok restoran yer alıyor. Ünlü Hard Rock Cafe’nin Miami adresi de burası. Ama her yerde olduğu gibi burada da deniz manzarası aramak biraz zor. Gerçi marinanın kenarlarında kurulu küçük çapta bar tarzı kafeler yer alıyor ama nedense bilemiyorum insanlar kapalı yerleri daha çok tercih ediyorlar.
Alışveriş merkezinin arka kısmında yer alan bu marina bot turlarınında başlangıç yeri. Tur esnasında görebileceğniz ilginç yerlerden biri “Star Island”. Burası adından anlaşılacağı gibi hemen hemen tüm Hollwood ünlülerinin evlerinin bulunduğu bir ada. Adada ünlü mafya babası Al Capone’un da evini görmek mümkün.

Bu adalardan bir diğeri “Key Biscayne”. Otoyolla ana karaya bağlı bu ada palmiye ve çam ağaçları ile hem çok nezih hem de çok sakin. Lüks oteller ve restaurant gibi sosyal aktivitelerin pek bulunmadığı ada, tam bir ruhsal terapi merkezi. Bisiklet turlarının yoğunlukta olduğu bu bölgede yeşil alanların ve doğal güzelliklerin tadını çıkarabilirsiniz. Adada bulunan “Biscayne Milli Parkı” ise scuba dalgıçları ve araştırmacıların ilgi gösterdiği mercan kayalıklarının bulunduğu büyüleyici bir yer. Uzun yürüyüş parkurları halinde oluşan cadde hem arabayla, hem bisikletle hem de patenle gezinti imkanı sağlıyor. Üstelik en güzel tarafı da her ne şekilde olursa olsun gezintiniz esnasında kimse sizi rahatsız etmiyor.

Miami’nin Ocean Drive’dan sonra ikinci bir önemli merkezi “Coconut Grove”. Burası daha çok küçük bir tatil kasabası gibi görünen caddelerden oluşan bir bölge. Coconot Grove’un merkezinde ise sizi ilginç ve hoş dekorasyonuyla bir alışveriş merkezi karşılıyor Coco Walk. Burası genellikle yerel halka hizmet veren, gece geç saatlere kadar açık mağazalar ve kafelerin yer aldığı bir alışveriş merkezi. Elegan görünüşünün yanında dekorasyonuyla da oldukça haraketli bir yer. Genel anlamda öneminin yanı sıra gece hayatının etkin olduğu ikinci bir merkez de diyebiliriz.

Eğer doğanın kokusunu ve güzelliklerini yeniden keşfetmek istiyorsanız sizin için “Everglades” ideal bir yer denebilir. Şehrin biraz uzağında kaldığından buraya bir tur aracılığıyla gitmeniz daha yararlı olacaktır. Okeechobee Gölü ve çevresi doğal park olarak korunmuş. Gölün üzerinde küçük su motorlarıyla gezinti yapmak mümkün. Bu motorları kullanan şöförler de hayli ilginç ve eğlenceli tipler. Unutmadan, gerçi onlar size mutlaka hatırlatacaklardır ama bahşiş konusunda çok titizler. O nedenle binmeden önce bir kaç dolarınızı ayırıp cebinize almanızda fayda var. Timsahların yaşadığı bu bölge yer yer koruma altına alınmış, yer yer de ziyaretçiler için açık alanlarda kurulmuş. Genel anlamda zararsız gibi gözüken ama yanlarına fazla yaklaşılmaması gereken özel hayvanlar timsahlar. Her varlık gibi onlarda kendi dünyaları içinde bir düzen kurmuş ve ziyaretçilerine saygılı davranıyorlar ama gene de belli olmaz tabi ki.

Everglades’in diğer bir özelliği ise çevresinde yaşayan kızılderili toplulukları. Bu bölgede kendilerine özel barları ve klüpleri bulunuyor. Yine Kızılderililere ait küçük aksesuarlar ve özel tasarlanmış eşyaları burada bulmanız mümkün. Küçük tüylerle küpeler, çeşitli Kızılderili tabletleri ve derilerinden oluşan kolyeler, tablolar oldukça etkileyici hediyeler olabilir.

Palm Beach’in kuzeyi en zenginlerin oturduğu lüks mağazaların bulunduğu diğer önemli merkezlerden. Özellikle Fort Launderdale Sanat Müzesi, Bilim Müzesi ve lüks villalar ile görülmeye değer. Her evin kendine özel bahçesi ve gerçekten titizlikle düzenlenmiş bahçe tasarımları var. Özel bir ilgi gösterildiği ilk bakışta anlaşılıyor.

Diğer bir ilgi çekici yer ise Biltmore Hotel. Tarihi otel 1926 yılında New York’lu zenginler için açılmış. 8 ft yükseklikle İtalyan mermeri avizeler ise hiç bir masraftan kaçınılmadığının göstergesi. Etrafında dolanırken heybetli görüntüsüyle adeta insanı büyülüyor. Oldukça geniş bir alan içerisinde dimdik omuzları ile yıllara meydan okuyarak hala daha tüm ihtişamı sergiliyor diyebilirz. Golf sahası, tenis, tilki avı, binicilik ve moda gösterileri ile zengin müşterilerine hizmet vermekte. Ünlü mafya babası Al Capone’un da kaldığı Al Capone suiti ise görülmeye değer en pahalı odalarından.

Bölgenin en ilginç yeri ise Venetian Pool. Bu havuzun mimarisi dünyanın hiçbir yerinde rastlanacak cinsten değil. Nedeni ise Coral Gables’deki villaların inşasında kullanılan toprak, bu bölgeden sağlanmış ve geriye kocaman bir çukur alan kalmış. Etrafı palmiyelerle ağaçlandırarak 1924’te yine Merrick ailesi tarafından doğal bir havuz haline getirilmiş. Halka açık olan bu havuzda aynı zamanda konserler ve güzellik yarışmalarıda düzenlenmekte. 1986’ya kadar her gece kuyudan çekilen 800.000 galon suyla doldurulup boşaltılan havuz, daha sonraları filtre sistemine geçilerek bu zahmetten de kurtulmuş.

Miami genelinde görebileceğiniz bir kaç özel yerden biri de Seaquarium. Burası geniş çaplı bir hayvanat bahçesi gibi de adlandırılabilir. Ama bildiğimiz hayvanat bahçelerinden farkı sadece o bölgeye ait özel hayvanların yer alması. Filamingolar, aklınızın hayalinizin almayacağı renklerde çeşitli deniz hayvanları, inanılmaz güzellikte rengarenk papağanlar ve müthiş yunusların gösterileri. Senkronize haraketleri, birbirlerinden haberdar tavırlarıyla tempolu bir performans sergileyen yunuslar oldukça etkileyici.

Little Havana ise Kübalıların yaşadığı ve iş yaptığı bir merkez. Ünlü “Calle Ocho” 8. Cadde, Kübalı ve Karayipli firmaların merkezi. Bu bölgede her Mart ayında büyük bir festival düzenleniyor. Şehir merkezi’nde bulunan Little Havana bugün pekçok orta Amerikalı kaçak göçmene ev sahipliği yaparken, Kübalıların yerini Jamaikalılar ve Meksikalılar alıyor. Kendine özgü yapıları ile biraz Miami tarzının dışında da görünse diğer yerlere oranla biraz daha samimi bir havası var.

Tüm bu gezileriniz süresince aslında belki de en önemli ayrıntı sürekli olarak geçici ama bir o kadarda yoğun yağmurlarla karşılabilecek olmanız. Yerli halk bu tür durumlara oldukça alışık. Bir anda gözgözü görmeyen bir dolu başlıyor ve iki dakika geçmeden hiç bir şey olmamışcasına doğa kendini sıcağın kucağına bırakıveriyor. Gittiğiniz mevsimin biraz etkisi olabilir ama genel olarak hava bu şekilde bir düzen içerisinde. Bulutların bir anda gökyüzünün rengini değiştirmesi oldukça ilginç ve değişik tonları yakalamanıza da olanak sağlıyor. Büyüleyen bir mavi ile güneşin yakıcı kırmızısı birleştiğinde, belki de ağlamakla gülmenin bir o kadar birbirinin içinde olduğunu hatırlatıyor... düşler şehrinde düşlerinizi yakalamanız dileğiyle...


Hiç yorum yok: