20 Nisan 2008 Pazar

PRAG

Palyaçonun gözyaşlarında hüznün ve neşenin tutkusu...

Bir masal ülkesinin kapıları aralanır yavaşça, inanılmaz büyüklükte bir saray
merdivenlerinde içeri doğru koşan büyüleyici güzellikteki prensesi görürsünüz.
Ardında ondan daha hızlı koşar adımlarla saray hokkabazı girer peşinden. Belli ki içeride bir eğlence var. Belli ki içeride kalabalık birazdan şen kahkahalarla hokkabazı izleyecek. Ve o büyülü masallardaki inanılmaz balolardan biri da ha yaşanacak...

Prag her sokağı, her köşesiyle işte böylesine büyüleyici bir masal ülkesini andıran bir edayla süzülüyor gözlerimin önünde. Sanki dünyanın sınırları içerisinde yer almayan adımınızı attığınız anda sizi büyüsüyle içine alan bir ülke. Masalsı bir gerçeklik ve insanlarının yüzündeki o hüzünlü sevinç oldukça sıcak demeliyim açıkçası. Her yeri sürprizlerle dolu sanatın yaşayan ve nefes alan bir yansıması gibi herşey.

Prag, Çekoslovakya’nın başkenti ve en büyük yerleşim merkezi. Ülkenin batı ucu, Vltava Irmağı üzerinde. Eski bir kent olan Prag büyüleyici güzellikteki yapılarıyla da ünlü denebilir. Bunlardan bazılarının tarihi satırlardaki yeri 9. yüzyıla kadar uzanıyor. Prag’da Gotik, Barok, Rokoko, Klasik ve Yeniklasik dönemlere özgü 2000’e yakın yapı ve anıt göze çarpmakta.

Ülkenin en uzun ırmağı olan Vltava, Prag’ın içinden geçerek güneyden kuzeye doğru akarken, ırmağın batı kıyısında, bir zamanlar Bohemya krallarının, günümüzde ise Cumhurbaşkanı’nın oturduğu, 16. yüzyıldan kalma Hradcany Şatosu göze çarpıyor. Sarayın iç avlusunda ise yapımına 1344’te başlanan ve çok uzun yıllar yapımı süren Svatj Vit Katedrali yer alıyor. Şatonun aşağısında, kıvrımlı, dar sokakların ve bugün çoğu devlet dairesi olarak kullanılan eski sarayların yer aldığı Mala Strana uzanıyor. Yazar Franz Kafka’nın da evinin bulunduğu bu ilginç sokak turistlerin uğrak yerlerinden biri. Sokağın başındaki kafeden sıcak şarabınızı alarak geçmişin izlerinin ardından adeta sürüklenerek iniveriyorsunuz aşağı doğru. Çeşitli hediyelik eşya dükkanlarının bulunduğu sokağın bitiminde şehrin merkezine doğru yaklaşıveriyorsunuz.

1342’de kurulan ve Prag’ın en güzel yapıtlarından biri olan Karlovi Köprüsü, kentin batı yakasını Stare Mesto adı verilen Eski Kent’e bağlıyor. Stare Mesto’da Barok döneme ait pek çok klise yer alıyor. Kent, “altın Prag” anlamına gelen “zlata Praha” adını bu kliselerin altın kaplı çatılarından almış. Gotik üsluptaki Tyn Klisesi büyük din adamı Jan Hus’un 15. yüzyılda başlattığı reform haraketinin merkezi olmuş. Danimarkalı astronomi bilgini Tycho Brahe’nin mezarı da burada yer almakta. Kilisenin hemen yakınında, içinde bir sinagog ve 13. yüzyıldan kalma bir mezarlığın da bulunduğu eski Yahudi mahallesinin kalıntılarına rastlanır. 1348’de kurulan Karlova Üniversitesi, Orta Avrupa’da ki en eski üniversite. Bohemya Kralı ve Kutsal Roma - Germen İmparatoru IV. Karl’ın kurmuş olduğu bu üniversite Avrupa kıtasının her yanında öğrenci ve bilim adamları için bir çekim merkezi adeta. Kentte ayrıca Nazi işgali sırasında öldürülen öğrencilerin anısına kurulmuş bir üniversite ve çok sayıda yükseköğrenim kurumu da yer almakta. Konservatuarın bağlı olduğu Müzik Akademisi de önemli bir sanat merkezi. Eski kentin doğusunda yer alan modern kent merkezinde Vaclav Meydanı’nda, 10. yüzyılda hüküm sürmüş olan Bohemya Kralı Vaclav’ın heykeli yer alıyor. Prag’da II. Dünya Savaşı sırasında öldürülen direniş önderi Julius Fucik’in adını taşıyan büyük bir park ve eğlence merkezinden başka çok sayıda park da sanatın doğayla iç içe yaşandığı bu şehre ayrı bir güzellik katıyor demeliyiz.

Kültürel yaşamın canlılığıyla da ünlü Prag’da, Çek besteci Bedrich Smetana ve Antonin Dvorak her yıl ilkbaharda düzenlenen bir müzik festivaliyle anılıyor. Kentin senfoni ve flarmoni orkestraları yetkinlik ve yorum açısından oldukça üstün bir yapıya sahip. Genel anlamda ülkede güçlü bir edebiyat geleneği hakimiyet gösteriyor. Dünyaca ünlü Franz Kafka, Rainer Maria Rilke ve Aslan Asker Şvayk romanının yazarı Jaroslav Hasek, oyun yazarı Karel Capek, şair Vitezslav Nezval ve Milan Kundera bunlar arasından seçilmiş özel isimler. Tycho Brahe ve Johannes Kepler gibi büyük astronomi bilginlerinin araştırma yapma olanağı bulduğu Prag’da ünlü bilim adamı Albert Einstein da 1911-1912 yıllarında Prag’da bulunmuş ve bu yıllar içinde ders vermiş.
Prag, önemli bir ulaşım ve sanayi merkezi olarak da göze çarparken çoğu kentin batısında yer alan fabrikalarda lokomotif, otobüs, otomobil ve makine gibi ağır sanayi ürünlerinin yanı sıra, gıda maddeleri, kimyasal maddeler, elektronik eşya ve giyim eşyası üretilmekte. Doğu ve Batı Avrupa’nın birleşme noktasında yer alan kent aynı zamanda ulusal demiryolu ağının da merkezinde.

Tozlu raflardan tarih notları...
Prag’ın tarihi önce eski Bohemya Krallığı’nın, sonra da çağdaş Çekoslovakya’nın tarihidir. Bugün Prag’ın bulunduğu yerdeki ilk yerleşmenin tarihi 9. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Ortaçağda ticaretle zenginleşen Prag, kenti kuran Premyls Hanedanı’ndan sonra yönetime gelen Luxembourg Hanedanı döneminde başkent olmuş. Jan Hus 1415’te yakılarak öldürüldükten sonra kentte halk ayaklanmaları baş gösterdiğinde, 15. yüzyıldan sonra Prag hızlı bir gerileme sürecine girmiş. 19. yüzyılda başlayan sanayileşme ve demiryollarının yapımı kentin büyümesine ve gelişmesine neden olurken, Prag bu süreç içinde Çek kültürel rönesansının merkezi ve 1918’de bağımsızlığını ilan eden Çekoslovakya’nın başkenti ünvanını almış. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgali altında kalan kentte 5 Mayıs 1945’te çıkan büyük ayaklanma Kızıl Ordu kente girinceye kadar devam etmiş. Zaman içerisinde savaştan zarar görmeyen Prag’da kent merkezi korunarak çevresinde uydu yerleşmeler oluşturulmuş. 1968’de reform girişimleri ve SSCB’yle ilişkileri azaltma siyaseti SSCB tarafından önlendiğinde Prag 1989’da yeniden kitlesel gösterilere sahne olmuş.

Hüzünlü palyaçonun Prag hatırası...
Böylesine etkileyici bir şehri daha önce hiç görmediğime pişman oldum diye başlamalıyım sanırım bu notlara. 9. yüzyıl Bohemya krallarından bugüne nasıl böylesine gelebildiğine şaşmamak elde değil. Prag belki de zaman dilimleri arasına sıkışmış ve zaman duygusunun yitirilmiş olduğu ara bir sokak gibi. Gotik yapıların verdiği esrarengiz büyü, eski söylencelerin kulaktan kulağa dolaşmaları, Karlovi köprüsünün bacaklarının arasında bir gece yarısı gümüşi bir maskenin ardından baktığınızda belki ilk başta ürkütücü gelebilir. Ama öylesine şiirsel bir yanı var ki gözleri görmeyen o arya söyleyen kadının sesinin tonundaki gibi işte bunu görmemek imkansız.

Şehri gündüz gözüyle gördüğünüzde adeta nereden başlasam der gibi bir hal alıyorsunuz. Ama her yer birbirinin içine çıkarak sizi şaşırtıyor bir anlamda. Bir masal kitabının satırları arasında kaybolmak ya da her an bir saray hokkabazıyla karşılaşacak olmaya hazırlıklı olmalısınız. Sabahın erken saatlerinden gecenin karanlık aralarına kadar büyük kalabalıklara ev sahipliği yapan Karlovi Köprüsü, büyük bir sahne gibi müzisyenleri, kuklaları, hayal kahramanları hokkabazları ağırlarken büyük bir keyifle size ev sahipliği yapıyor. Şehrin can damarı olan, bir ucundan yaşama bir ucundan rüyalara geçiş belki de bu köprü.

Golz-Kinsky Sarayı, St Nicholas Klisesi, bir çok gotik yapıyla çevrili kent meydanı ve içinden her saat başı çıkan havarileriyle bir anda o eski heybetli günlerin tadına varırcasına tüm insanları etrafına toplayan Saat Kulesi ve Tyn Klisesi günün keyfini yaşamanıza yardımcı oluyor. İşte bir masalsı düş daha Tyn Klisesi. Meydanın kenarından yükselen o büyüleyici ikiz kuleleri ile gecenin içinden etrafa dağılan ışıkları izlerken onun büyüsüne kapılmamak elde değil. Meydanın içinde yer alan kafelerden birinde otururken bu büyülü şehrin devinimini yakalayabilir ve siz de o günün kahramanı olabilirsiniz belki de.

Meydanın diğer bir masalsı yanı ise Mozart ya da Don Giovanni kıyafetli insanların elinize birtakım kağıtlar sıkıştırması. Korkmanıza gerek yok, çünkü kentte her gece öyle çok konser ve gösteriler oluyor ki sadece onu haber vermek istiyorlar.
Eğer özel bir zamana rastladıysanız mesela yılbaşı gibi, meydanın etrafını dört bir koldan saran hediyelik eşya satan tahtalardan oluşmuş küçük kulübeleri görmeniz mümkün. Herkes öylesine neşeli, öylesine sıcak ki Çek işi küçük hediyeliklerin ve o meşhur kuklaların peşini bırakamayabilirsiniz. Özellikle Mucha’nın yaptığı resimlerle süslü küçük mücevher kutuları masalsı kadınların simgesi halinde.
Özel Çek yemeklerinden Kulaş ise hemen hemen her restoranda bulabileceğiniz bir çeşit. Daha çok sosunun önemli olduğu bir çeşit et yemeği olan kulaş’tan sonra ise malesef İstanbul’da dahi bazı yerlerde bulamadığımız Türk kahvesinin tadına bakabilirsiniz.

Şehri biraz daha yakından görmek için yapılabilecek nehir geziside oldukça keyifli. Yaklaşık bir saat ile dört saat arasında bir zaman dilimi seçeneğiniz var bu gezi için. Kahvenizi yudumlarken Prag’ın şaşırtıcı yanlarına tanık olmaya devam ediyorsunuz adeta, kocaman kağıttan bir kayık gibi.

Gündüzün büyüsü henüz bitmemişken gecenin alaca karanlık rengi sizi başka diyarlara sürüklemeye çoktan hazır beklemekte. Bu şehirde yapabilecek öyle çok şey var ki inanın sıraya koymak hayli zor. Geceyi karşılarken soğuktan korunmanın en güzel yolu sıcak şarap. Öyle ki her adım başı sosisleriyle birlikte sıcak şarap satan satıcıları görmeniz mümkün. İçiniz biraz ısındıktan sonra keyifli bir yemek için özel yerleri tercih edebilirsiniz. Kentin meydanında yer alan evvel zaman içinde Albert Einstein’ın İzafiyet Teorisi’ni açıkladığı bir yer burası. Eskiyle yeninin karışımı olmaya çalışsa da modernzmin etkisini görmemek mümkün değil. Ama lezzetli yemekleriyle ufak bir nostalji yaşayabilirsiniz. Yemeğin ardından gecenin bittiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Unutmayın ki masal perileri hiç uyumaz. Canlı yapıtların bile etkileyemediği kadar etkileyici bir tarz Kukla Tiyatrosu. Muzip bir Mozart ve Don Giovanni. Oyunu izlerken sahnede kafasını duvara çarpan kukla için yerimden sıçradığımı söylediğimde gülebilirsiniz belki ama gerçekten o kadar gerçekler. İnanılmaz bir performans ve inanılmaz bir sahne bilgileri var o kuklaların. Sadece size yaşamanız gerektiğini söyleyebilirim ancak.

Bir kenti en güzel tanımanın yolu şüphesiz ki her sokağına girip dolaşmak belki de kaybolmaktır. Arada sizi yanlış yönlendirecek taksi şöförleriyle de karşılaşabilirsiniz, ama hiç korkmayın ki burası bir masal şehri. Belki bir an önünüze sizin boylarınızda bir kukla düşebilir, ya da saraydan kaçmış bir hokkabaz türlü becerilerini size gösterebilmek için önünüzü kesebilir ama hepsi bu.

Şehrin bir diğer özel köşesi ise, Karlovi Köprüsü’nün geçişinden sonra kısa bir mesafe ile yürüyerek ulaşabileceğiniz oldukça yüksek tepeliği. Buranın gündüz de gece de keyfi ayrı demeliyim. Teleferikle çıkılan bu tepe şehrin tüm büyüsünü ayaklarınız altına seriveriyor. Kırmızı sivri tepeli küçük evlerin masalsı görünüşü, ışıklar geceye dönerken ki kalenin büyüleyici mırıltıları kulaklarına çarpıyor.

Önce de dediğim gibi geceleri hemen hemen her an yapabileciğiniz öyle çok şey varki. Özellikle 15. yüzyıldan bu yana tadı ve kıvamı asla değişmeyen Çek birasının tadına bakmalısınız. Yüzyıllardır aynı yöntemle mayalanan siyah çek birasının alkol oranı ise 13 derece. Biranın tadına bakabileceğiniz yerlere gelince Aslan Asker Svayk’ın kostümleriyle size hizmet eden ve meşhur Çek birasının su gibi içildiği Çek birahanesi olacak. Kostümleriyle ilginç bir tarz sunan müzisyenler size unutulmaz bir Çek gecesi yaşatacaklar. Yer bulmak için biraz beklemeniz gerekebilir çünkü turistlerin ve yerli halkın da çok uğrak yerlerinden biri olduğu için oldukça kalabalık söz konusu. Ama sabredip içeri girmeye niyet ederseniz de keyifli bir gece geçireceğiniz kesin. Ulaşım açısından her ne vakit olursa olsun güvenli bir şekilde gezinmeniz mümkün. Dünyanın suç oranı en düşük şehrinde zaten korkmanızı gerektirecek pek bir şey yok. Sabahın ilk ışıklarına kadar devam edeceğiniz gecenin son noktasını ise bir jazz barda verip kulaklarınızın pasının silinmesine yardımcı olabilirsiniz. Görülmesi gereken bir diğer gösteri ise Black Theatre’da yapılan ışıklı gösteri. İnsan bedeni ve ışık oyunlarıyla hazırlanmış bu etkileyici gösteri bir an için sizi bambaşka bir dünyaya götürmeye yetiyor.

Son söz olarak ise gördüğüm bir çok yer içinde kendimi yaşamın içinde hissedebildiğim tek yer Prag’dı. Orada hayat nefes alıyor ve bence hüzünlü palyaço’nun gözleri sizi arıyor...

Hiç yorum yok: